Ağustos 09, 2010

Mahmud Erol Kılıç - Sufi ve Şiir (2004)


Tasavvuftan bahsetmeyeni, malum, dovuyorlar artik Turkiye'de. Gecenlerde Tuncel Kurtiz'in NTV'deki programina denk gelmistim. Hadi Kurtiz'i gectim, onun agzindan Bedreddin'i, Yunus Emre'yi, Mevlana'yi duymaya aliskiniz ne de olsa da, konuklarindan Meltem Cumbul'un da agzinda Mevlana diye Yunus dizelerinin sakiz olmasina artik ne demeli! Bir sey dememeli tabii ki, o fakir de ozenmis iste bunca populer olan kavramlardan nasiplenmeye. Meltem Cumbul'a laf edecegimize, cikip, bu Mevleviligin, Ekberiligin, gayb erenlerinin populerlesmesi uzerine doktora tezleri hazirlasak ya! Hem bunu Cumhuriyet - hatta biraz daha evvelinin - tarihiyle kesistirip ulkenin icinde bulundugu sizofrenik ruh hali uzerine Atayvari cozumlemelerle hemhal etsek, olma mi! Sozde tekke, zaviye ve tarikatlerin yasaklandigi bir ulkeyiz; tarikat kelimesini duyunca sirtimizdan soyle bir urpeririz; mamafih, tekke ve zaviyeleri kapatan partinin bir onceki genel baskaninin Vefai dervislerinden Seyh Edebali referansiyla katildigi secimlerde oy kullanir; laikinden takiyyecisine devlet ricalinin tum fertlerince yerinde kutlandigi Mevlana olum/dogum yildonemlerini izler; Yunus siirleri, Ibn Arabi aforizmalarinin sayfalarinin arasina ilistiriliverdigi devrimci el ilanlariyla cok satan romanlara kadar turlu vesaiti elden ele forward mailden maile dolastiririz. Nasil oluyor butun bunlar? Nereye varacak bu isin sonu?
Nereye gidecegini bilmem de nasil oldugu az biraz malum aslinda. Tasavvufun ekmegini yiyenlere - ki son iki yazi ozelinde ben de dahilim bu kumeye - cemkirmeden once Tasavvuf'un, kendisinden cokca ekmek yedirecek denli muhim ve zengin bir mefhum oldugunu, ve merkezinde insan bulundurdugu icin kitlelere cekici geldigini teslim etmek gerekir sanirim. Eksik olan sey, bana kalirsa, tasavvufun populer kultur uretimiyle aktarimina eslik edebilecek guclu ve daha genis kitlelere hitap edebilecek akademik calismalar. Tabii sorun uretim safhasinda degil yalnizca. Biz tuketici-okuyucular bu calismalarin ne denli farkindayiz? Iyiyle kotuyu, olmusla olmamasi ne derece ayirt edebiliyoruz? Tamam, Mercan Dede'yi arkadan verip, Elif Shafak romanlari okuyunca tasavvufi feng-shui oluyor da, bir de meselenin ic yuzu var, onlara ne zaman bakacagiz?
Mahmud Erol Kilic'in - kendisinin hem Mahmut hem de Mahmud seklinde yayimladigi yazilar oldugundan "ne diyem, Mahmut mu diyem?" noktasinda kalakaldim, ama kendisinden aldigim tat olcutunde Mahmud'u yegleyecegini dusunuyorum - odul de alan "Sufi ve Siir" isimli kisa ama icerik bakimindan hacimli incelemesi, bu meyanda epey basarili bir yapit. Kendisi Marmara Universitesi Ilahiyat Fakultesi'nde Tasavvuf Ana Bilim Dali profesoru. Simdi bizim gibi laik-sekuler-Kemalist ogretiden gayri bir unsurla cocukluk ve ilkgencligi yogrulmamis nesiller icin Ilahiyat Fakultesi hemen araya mesafe koymanin gerekli oldugu bir ibare gibi caliniyor kulaklara. Ama bak, bu yasa geldim, keske diyorum; keske Marmara gibi, Istanbul Universitesi gibi, "Islam Kultur ve Medeniyeti" nosyonuyla baglantisini kesmemis, bir gelenegin parcasi olabilmis bir kurum catisi altinda ogrenim gormus olsaydim. Her sey daha mi guzel olurdu? Hayir, alakasi yok; ama su ulkede daha cok sey ogrenmesi, okumasi, daha baska seylere de merak duymasi gereken bir kesim varsa, o da maalesef sekuler-laik-ladini-ama kendini aydin bellemis cahil kesim. Gelenegin parcasi olmasi bakimindan Amerika'nin bir nevi Istanbul Universitesi, Marmara'si sayilabilecek bir yerde gecirdigim iki sene sonunda bu vaziyeti keskin bir sekilde fark ettim. Ha, burada Marmara-Istanbul vb kesimleri elestiriden, hasa, azade tutmuyorum; misal ister en aydin gecinen Tasavvuf arastirmacisi olsun - ki Mahmud Erol Kilic bu gruba girer - ister Suleymaniye'de okunmamis eser birakmayan dusunce tarihcisi olsun, bir nokta geliyor ve bu insanlar "Yabanci/gayri muslim" dusmanligiyla zihinlerinin cevrili oldugunu suratiniza haykiriveriyor! Ama o da onlarin kusuru olsun, biz yolumuza devam edelim ve biraz kitaptan bahsedelim:
Mahmud Erol Kilic ilginc bir zat. Yazdiklarini, soylesilerini okudugunuzda karsinizda kesinkes bir Ibn Arabi muridi oldugunu hissediyorsunuz. Hatta, muridi de gectim, bizatihi Ibn Arabi onun vucudunda tenasuh etmis (reenkarne olmus) gibi mubarek. Doktorasini Ibn Arabi'de Varlik kavramina hasretmis Kilic'in Master tez konusu da Turkiye'deki Islam dusuncesi calismalari icin olagandisi. Islam'da Hermetik Dusunce uzerine yillar once yaptigi arastirmasi gectigimiz aylarda sonunda yayimlandi. Ibn Arabi uzerine hazirlamis oldugu doktora tezi de yine ayni siralarda raflara dustu. Raflar dediysem, D&R'da, Remzi'de bulunacagini hic sanmiyorum. Hey benim aydin kesimim iste! Neyse, yolum Turkiye'ye dustugunde muhakkak tedarik edecegim, lakin cokca makale ve soylesisinden istifade etmis oldugumdan neler soylemis olabilecegini az cok tahmin edebiliyorum.
Kilic, "Sufi ve Siir" incelemesine yine Ibn Arabi ile basliyor. Esasinda Ibn Arabi nazim bakimindan pek de uretken bir sahis degil; ama onun dusunce evreni oylesine guclu, oylesine belirleyici ki, onun fikriyatindan nasibini almamis herhangi bir Osmanli okumus-yazmisini bulmak cok guc. Genelde "vahdet-i vucut" ve "Pantheizm" gibi catchphraseler uzerinden cevaplanir Ibn Arabi soruldugunda, halbuki boyle yapinca arkasindaki muthis teolojik-kozmolojik-felsefi kuram gorunmez olur. Peki, vahdet-i vucud da, kimin vucud'u nasil bir vahdet (birlik), biz insanlarin payina ne dusuyor? Kuntu kenzen mahfiyyen fe-ahbabtuhu an urafe fe-halaktu'l-halk li-urafe. [Gizli bir hazineydim, bilinmekligi sevdim.Bilinmek icin yarattim.] Sahihligi su goturebilecek bir hadis-i serif; ama dogru-uydurma olmasinin onemi yok, muhim olan onun Ibn Arabi'nin kozmolojisini aciklayacak bir anahtar olmasi ve Seyhu'l-Ekber tarafindan da pek sevilmesi. Meali su ki, yegane hakiki varlik Tanri'dir ve varligi mundemictir, kendisine ickindir. Tum yaratilmislar - ki belirli bir sistem ve kronoliji esasisiyla - , O'nun varliginin tecellileri, golgeleridir. Insan ise, Tanri'nin tum sifatlarini icinde barindirabilmek bakimindan golgelerin en yucesidir. Tanri'nin katindan yer yuzune dogru inip insanla son bulan yaratim surecine, insanin Tanri/hakikat katina yukselmesi eslik eder. Gidilmesi gereken yol budur, temelinde yatansa hubdur, ilahi asktir, sevgidir. Zira, yaratimin bizatihi kendisi, bilinmekligin sevilmesiyle baslamistir.
Esasinda Mevlana'yi da Yunus Emre'yi de, hatta tum tasavvuf yolcularini da Ibn Arabi'nin kavramsal cercevesini cizdigi dusuncenin tasiyicilari olarak okumak mumkun gibi geliyor bana. Bu insanlarin her birinin yolunun bir sekilde Mogol baskini sirasi ve sonrasi Anadolu'sundan gecmis olmasi dikkate deger. Tabii orada baska meseleler de var da laf cok uzadi, sonraya ertelemek lazim. Bir ara bu Anadolu detayina da inmek, gunumuz Turk insani ve siyasetinin akli ve duygusal melekelerini yeniden kazanabilmesi icin bu tarihi sahsiyetlerin ne gibi yardimlari olabilir, ona da egilmek gerek, ama yine bir baska bahara atip mevzuya geri donelim.
Kitapta, tasavvuf siirinin dilinin daha anlasilir olmasinin tasavvufi aciklamalari vardi ki galiba en cok bu kisimdan keyif aldim. Ibn Arabi (Arapca)-Mevlana (Farsca)-Yunus Emre (Turkce) uclusu ve onlarin varyantlarindaki ortak "mana karsisinda siirsel form ve kafiyenin onemsizligi" temasi kelimelere inancimin azaldigi su gunlerde hepten inancsiz yapti. Buyurun, soyle birkac kuple Mevlana'dan:


Ey dil ile soylenen soz

Ben ne vakit senden kurtulacagim da

Marifet gunesinin nuru ile gercek Padisah’i bulacagim

Dilden de kitadan da siirimden de biktim artik!

***

Bugun seher vaktinden beri darmadaginiz, sarhosuz

Mademki darmadagin olmusuz, darmadagin sozler soyleyelim!

***

Ben kafiye dusunuyorum oysa sevgilim bana

Vechimden baska bir sey dusunme diyor

Diyor ki Ey benim kafiye dusunenim rahat ol

Benim yanimda en guzel kafiye sensin

Harf ne oluyor ki sen onu dusunesin

Nedir ki harf? Uzum baginin citten duvari

Harfi, sesi, sozu artik birbirine vurup parcalayayim da

Seninle bu ucu olmaksizin konusayim, ah!

Yalniz Kilic'in katilmadigim bir argumani da var. O da su ki, Osmanli siirini Ibn Arabi menseili Tasavvuf prizmasindan degerlendirmek mumkunse de, butun bir Osmanli siirini ve bu siirde kullanilan belli kaliplari, tasavvufi simge-sembol-remzler olarak telakki etmekte bir sakinca oldugunu dusunuyorum. Bazen ask fiziki bir ask, kasiyla gozuyle tasvir edilen sevgili hakiki bir adem, kadeh kadeh icilen sarap ve onu takip eden sarhosluk, dunyevi bir lezzet de olabilir. Zaten genel olarak Kilic'in diger yazilarina da yansayan, abartili bir puriten tasavvuf ahlakı kavrami var. Ona soracak olursaniz, basta Ibn Arabi olmak uzere, tum buyuk-kucuk mutasavviflar, Hak(ikat) yolunda benliklerinden siyrilma mucadelesi veren, siyaset-politika-iktidar iliskileri-ekonomik cikarlar gibi dunyevi zevklerin z'sine bulasmamis ruhani varliklar. Halbuki ne Bedreddin'ler ne Misri'ler var ki dunyevi guc mucadelelerinin ortasinda kilic kusaniyorlar!
Daha soyleyecek cok sey vardı elbette, ama Mahmud Erol Kilic mesaimiz burada bitmeyecek ne de olsa. Bakiyyeyi sonraki yazilarda temize cekeriz.

Hiç yorum yok: