Ağustos 23, 2010

Sevmek Zamani


Turkiye entelektuel hayatinin buyuk sorunlari arasinda telakki edilmez nedense kulliyatlarin tamtakim nesredilmemesi. Bu, entelijiyensanin isine geldiginden midir, hazretlerinin bu eserleri kendi kullanimlarina sakli tutmasindan midir, nedir, anlayamiyorum acikcasi. "Talebi yok" diye ozel basim-yayin sirketlerinin uretmemesine lafim yok elbette; lakin bu ulkenin Kultur Bakanligi, meraklisi icin yayimladigi Divan'lar, Mesnevi'ler, Halk Hikayeleri vb urun disinda cikip Omer Lutfi Akad'in, Metin Erksan'in filmlerinin tamamini yayimlasa olmaz mi? Simdi sozgelimi, Akad'in, Erksan'in butun filmlerini izlemek isteyen su fakir ne yapacak? Kultur Bakanligi'ni gectim, dort basi mamur bir Sinematek'i dahi yok bu ulkenin. Bu konu benim cehaletimse ve aslinda bu filmlere kolayca ulasma yolu varsa kusuruma bakilmasin, bende de nihayetinde yeni olustu bu istiyak; ama Fransizindan Iranlisina Italyanindan Macarina buyuk yonetmenlerin filmlerine bir tik uzaginda olunan bir dunyada Erksan'in, Akad'in filmleri icin eli kolu bagli oturuyor olmak can sikiyor.
Metin Erksan'in niye onemli oldugundan bahsetmeye benim bilgim kafi gelmez elbette. Ama Sevmek Zamani'ndaki muazzam goruntuler dahi yeterli olur sanirim bunun icin. Filmin hikayesinin hem simdi hem de donemi itibariyle siradan oldugunu teslim etmekle beraber, bu siradan gibi gorunen hikayenin benzeri filmlerdekilere hic de benzemeyen zengin baba karakteriyle, harikulade fotograflarla zenginlestirilmesine sapka cikarmak gerekir. Yalnizca su kiytirik yaziya fon teskil eden, neseyle dans eden insanlarin golgelerinin vurdugu duvarin onunde huzunle verdigi evlilik kararini ve gercekte sevdigi adami dusunen Meral fotografi dahi bu filmi bence fevkalade yapmaya yeter. Sondaki göl sahnesine hic deginmiyorum bile.
Yakinlarda sanirim, Duman, filmdeki sahnelerden murekkeb bir klip hazirlamis. Becerebilir miyim, bilmiyorum, ama onu da bu yaziya eklemeye calisacagim.
Insallah Metin Erksan'in tum filmlerini izlemis olacagim gunler gelir bir gun diyerek de kapanisi yapayim.


duman - helal olsun
Uploaded by ghostfaceboy. - Watch more music videos, in HD!

Ağustos 20, 2010

Oyku Terzioglu - Nazım Hikmet ve Sömürgecilik Karşıtlığının Poetikası (2009)


Edebiyat elestirisinin lezzetli yapilmisini okumak bana hep yeni kapilar acmistir. Kullanilan kuramsal cercevelerden ya da elestiriye tabii metinde senin farkina varamadigin noktalari gostermesinden bahsetmiyorum. Basbayagi edebiyat elestirisi yazisinin kendi edebi degerinden soz ediyorum. Evet, benim icin burasi daha muhim. Tam da bu nedenle, Nurdan Gurbilek benim hayallerimi susleyen bir kadin. Olur ya, yillar yillar sonra bir seyler yazmis olurum; Nurdan Gurbilek hayatta olsun ya da olmasin, yazarken kafamdaki hayali okuyucu ve elestirmen o olacak. Ona begendirebilmek icin yazacagim, onun begendigini hayal ederek yazacagim. Bu da boyle bir hayal iste.
Yakinlarda edebi olarak olmasa bile tahlili olarak basarili bir calisma okudum. 2 sene once Bilkent Universitesi Edebiyat Bolumu'nde tamamlanmis ve gecen sene kitaplastirilmis bir yuksek lisans tezi. Bakhtin'in "roman". "romanlasma"."diyoloji" kavramlarindan cokca beslenerek Nazim Hikmet'in Mayakovski etkisi sonrasi yazdigi ilk siirlerindeki "romansilik"in izini suruyor. Dogrusunu soylemek gerekirse, siirden pek, hatta hic anlamam. Adam gibi siir okumakligim da yalnizca Nazim Hikmet kulliyatiyla sinirlidir. Ama simdi evdeki Nazim Hikmet kitaplarina donup baksam ve altini cizdigim, tuttugum deftere aktardigim siirlerini bir daha okusam; o siirleri baska hulyalarla, baska zihni tutulmalarla okuyup anlatilanlardan cok baska seyler anlamis 18 yasindaki delikanliyi gormekten korkarim. Yalnizca asik olma hali siir okuyup yazmayi gerektirmeyebilir; bazen bosluktan baslanan siir okuma eylemi, bizatihi kisiyi zorla asik da edebilir, en azindan asik oldugu sanrisini yaratabilir. Hayat ve edebiyatin cakisan tuhafligi iste.
Yine de, o hulyali hallerimle kafama takilmisti Nazim Hikmet'in siirlerindeki bu roman havasi! Bizim su anda siir diye bildigimiz lirik siirlerinin ancak belli bir doneminden sonrasina mahsus oldugunu, onceki kitaplarinda altini cizmeye layik romantik satirlar bulamayisimdan cikartiyordum. Baska bir derdi var gibiydi Nazim Hikmet'in - Laf aramizda Nazim Hikmet'ten Nazim diye bahsedilmesinden oldum olasi tiksinmisdir -, hem sekil hem de muhteva olarak yeni bir sey yaratmaya calisiyor gibiydi. Iste bu tanimlayamadigimin analizini hakkiyla yapiyor Oyku Terzioglu. Nazim Hikmet'in 835 Satir (ki basligin "Dize" degil "Satir" olmasi baslibasina bir gosterge, Terzioglu'nun da soyledigi uzere), Jokond ile Si-Ya-U, Benerci Kendini Nicin Oldurdu ve Taranta Babu'ya Mektuplari'ndaki duzyazilastirma, romansilastirma, kurgusal yazarlar kullanarak siirin anlatim olanaklarini kafiye ve icerik sinirlarindan azade kilma cabalarina isik tutuyor. Ustelik Nazim Hikmet'in bu cabalarina, Bakhtin'in "karnaval" kavramini hatirlatacak sekilde, mizah ve yerlesik olani alaya almanin nasil eslik ettigini de bir guzel resmediyor. Kitapta da alintilanmis birkac Nazim Hikmet dizesi - pardon satiriyla - devam edeyim: (ki eminim mevzubahis kitaplari bu kafayla tekrar okusam daha baska satirlar bulunur elbet)

Sozgelimi Benerci siirinde, bir yerde "pesine" sozcuguyle kafiyeli olabilecek kelimeler bulmaya calisir, ama sonuc soyle olur:

Dusecekler pesine
Esine
Atesine
Matesine
Tukurmusum Kafiyenin Icine


Yine ayni siirinde, ugrastigi "sairane" tasvirler sirasindaki bir baskasi:

Bu da olmadi,
Olacagi yok.
Benden evvel gelenlerin hepsi
Almislar birer birer
Tulu-i semsi, gurub-i semsi
Tasvir patentasini
Tulu-i semsin, gurub-i semsin
Okumuslar canina.

Denebilir ki, Nazim Hikmet'te siire has yetenek olmadigindan boyle sacmalamis. Ama boyle demek sacmaligin daha buyugu olur sanirim. Nazim Hikmet'in bizim siir diye bildigimiz "siir gibi siirleri" de oldugunu gecelim; Mayakovski etkisinden onceki ve henuz daha 20'lerinin basinda yazdigi geleneksel siirlerin "Yahya Kemal" gibilerini etkiledigini not duselim. Yahya Kemal'i yazdigi geleneksel dizelerle etkileyebilmis bu gencin, kisacik bir zaman icinde Yahya Kemal ile dalga gecer olusunu gorup "yaraticilik" ve "yazarlik" meselerinin ne menem seyler oldugunu bir kez daha gorup hayret edelim. Buyurun, bu kitapta da alintilanmis Yahya Kemal dortlugu:

Gece, Leyla'yi ayin on dordu
Koyda tenha yikanirken gordu
"Kiz vucudun ne guzel boyle acik!
Kiz yakindan goreyim sahile cik!"


Bu da Nazim Hikmet'ten gelsin:

Ayin on dordu,
Ayin on dordunu Paris'te ac gezen gordu,
dedi ki:
Bu gece ay
dibi kalay
bir tencere gibi!

Bu ve benzeri vazih tahlillerin disinda kitabin sanirim elestiriye acik yegane kismi, kitabin tamamina hakim nobran akademik dilin bir turlu yumusayamamasi. Anlayabiliyorum, nihayetinde bir yuksek lisans tezi bu. Ve yolu oralardan gecmis bir fakir olarak, bildigini akademik olcutlerde gostermek zorunlulugu cercevesinde elinde kara kuru bir metin kalmanin ne menem bir sey oldugunu iyi biliyorum. Yine de tezin kitaplastirilmasi surecinde turlu yumusaticilar eklenebilir, "Bakthin'in de dedigi gibi", "Oryantalizm'de Edward Said'in acikladigi uzere", "Williams'in Heraklitos uzerine yazdigi ansiklopedik maddesinde de gectigi gibi" yollu lakirdilardan imtina edilebilirdi. Bir de kesinkes dipnotlara hapsedilmesi gereken kimi harc-i alem tartisma ve deginiler, sozgelimi Oryantalist Kadin Imgesi'nin ne menem bir sey oldugu, Marksizm'in isci sinifi tasviri ya da Fasizm'in yapisi metne fazla yuk bindirmis. Tartismalar derinlikli olsa gam yemeyecegim, ama "Introduction to..." kitaplardan yapilma referanslar uzerinden bu kavramlari metne dahil etmek, tahlilin guclu taraflarini golgeler gibi oluyor. Yine de kitabin butununun hosuma gittigini soylemeliyim. Roman uzerinden devam eden Modern Turk Edebiyati derslerine Nazim Hikmet'in romansi siirleriyle katilmasi gerektigini beyan eden etkili bir calisma olmus. Modern Turk Edebiyati uzerine dusunenlere duyurulur.





Ağustos 09, 2010

Mahmud Erol Kılıç - Sufi ve Şiir (2004)


Tasavvuftan bahsetmeyeni, malum, dovuyorlar artik Turkiye'de. Gecenlerde Tuncel Kurtiz'in NTV'deki programina denk gelmistim. Hadi Kurtiz'i gectim, onun agzindan Bedreddin'i, Yunus Emre'yi, Mevlana'yi duymaya aliskiniz ne de olsa da, konuklarindan Meltem Cumbul'un da agzinda Mevlana diye Yunus dizelerinin sakiz olmasina artik ne demeli! Bir sey dememeli tabii ki, o fakir de ozenmis iste bunca populer olan kavramlardan nasiplenmeye. Meltem Cumbul'a laf edecegimize, cikip, bu Mevleviligin, Ekberiligin, gayb erenlerinin populerlesmesi uzerine doktora tezleri hazirlasak ya! Hem bunu Cumhuriyet - hatta biraz daha evvelinin - tarihiyle kesistirip ulkenin icinde bulundugu sizofrenik ruh hali uzerine Atayvari cozumlemelerle hemhal etsek, olma mi! Sozde tekke, zaviye ve tarikatlerin yasaklandigi bir ulkeyiz; tarikat kelimesini duyunca sirtimizdan soyle bir urpeririz; mamafih, tekke ve zaviyeleri kapatan partinin bir onceki genel baskaninin Vefai dervislerinden Seyh Edebali referansiyla katildigi secimlerde oy kullanir; laikinden takiyyecisine devlet ricalinin tum fertlerince yerinde kutlandigi Mevlana olum/dogum yildonemlerini izler; Yunus siirleri, Ibn Arabi aforizmalarinin sayfalarinin arasina ilistiriliverdigi devrimci el ilanlariyla cok satan romanlara kadar turlu vesaiti elden ele forward mailden maile dolastiririz. Nasil oluyor butun bunlar? Nereye varacak bu isin sonu?
Nereye gidecegini bilmem de nasil oldugu az biraz malum aslinda. Tasavvufun ekmegini yiyenlere - ki son iki yazi ozelinde ben de dahilim bu kumeye - cemkirmeden once Tasavvuf'un, kendisinden cokca ekmek yedirecek denli muhim ve zengin bir mefhum oldugunu, ve merkezinde insan bulundurdugu icin kitlelere cekici geldigini teslim etmek gerekir sanirim. Eksik olan sey, bana kalirsa, tasavvufun populer kultur uretimiyle aktarimina eslik edebilecek guclu ve daha genis kitlelere hitap edebilecek akademik calismalar. Tabii sorun uretim safhasinda degil yalnizca. Biz tuketici-okuyucular bu calismalarin ne denli farkindayiz? Iyiyle kotuyu, olmusla olmamasi ne derece ayirt edebiliyoruz? Tamam, Mercan Dede'yi arkadan verip, Elif Shafak romanlari okuyunca tasavvufi feng-shui oluyor da, bir de meselenin ic yuzu var, onlara ne zaman bakacagiz?
Mahmud Erol Kilic'in - kendisinin hem Mahmut hem de Mahmud seklinde yayimladigi yazilar oldugundan "ne diyem, Mahmut mu diyem?" noktasinda kalakaldim, ama kendisinden aldigim tat olcutunde Mahmud'u yegleyecegini dusunuyorum - odul de alan "Sufi ve Siir" isimli kisa ama icerik bakimindan hacimli incelemesi, bu meyanda epey basarili bir yapit. Kendisi Marmara Universitesi Ilahiyat Fakultesi'nde Tasavvuf Ana Bilim Dali profesoru. Simdi bizim gibi laik-sekuler-Kemalist ogretiden gayri bir unsurla cocukluk ve ilkgencligi yogrulmamis nesiller icin Ilahiyat Fakultesi hemen araya mesafe koymanin gerekli oldugu bir ibare gibi caliniyor kulaklara. Ama bak, bu yasa geldim, keske diyorum; keske Marmara gibi, Istanbul Universitesi gibi, "Islam Kultur ve Medeniyeti" nosyonuyla baglantisini kesmemis, bir gelenegin parcasi olabilmis bir kurum catisi altinda ogrenim gormus olsaydim. Her sey daha mi guzel olurdu? Hayir, alakasi yok; ama su ulkede daha cok sey ogrenmesi, okumasi, daha baska seylere de merak duymasi gereken bir kesim varsa, o da maalesef sekuler-laik-ladini-ama kendini aydin bellemis cahil kesim. Gelenegin parcasi olmasi bakimindan Amerika'nin bir nevi Istanbul Universitesi, Marmara'si sayilabilecek bir yerde gecirdigim iki sene sonunda bu vaziyeti keskin bir sekilde fark ettim. Ha, burada Marmara-Istanbul vb kesimleri elestiriden, hasa, azade tutmuyorum; misal ister en aydin gecinen Tasavvuf arastirmacisi olsun - ki Mahmud Erol Kilic bu gruba girer - ister Suleymaniye'de okunmamis eser birakmayan dusunce tarihcisi olsun, bir nokta geliyor ve bu insanlar "Yabanci/gayri muslim" dusmanligiyla zihinlerinin cevrili oldugunu suratiniza haykiriveriyor! Ama o da onlarin kusuru olsun, biz yolumuza devam edelim ve biraz kitaptan bahsedelim:
Mahmud Erol Kilic ilginc bir zat. Yazdiklarini, soylesilerini okudugunuzda karsinizda kesinkes bir Ibn Arabi muridi oldugunu hissediyorsunuz. Hatta, muridi de gectim, bizatihi Ibn Arabi onun vucudunda tenasuh etmis (reenkarne olmus) gibi mubarek. Doktorasini Ibn Arabi'de Varlik kavramina hasretmis Kilic'in Master tez konusu da Turkiye'deki Islam dusuncesi calismalari icin olagandisi. Islam'da Hermetik Dusunce uzerine yillar once yaptigi arastirmasi gectigimiz aylarda sonunda yayimlandi. Ibn Arabi uzerine hazirlamis oldugu doktora tezi de yine ayni siralarda raflara dustu. Raflar dediysem, D&R'da, Remzi'de bulunacagini hic sanmiyorum. Hey benim aydin kesimim iste! Neyse, yolum Turkiye'ye dustugunde muhakkak tedarik edecegim, lakin cokca makale ve soylesisinden istifade etmis oldugumdan neler soylemis olabilecegini az cok tahmin edebiliyorum.
Kilic, "Sufi ve Siir" incelemesine yine Ibn Arabi ile basliyor. Esasinda Ibn Arabi nazim bakimindan pek de uretken bir sahis degil; ama onun dusunce evreni oylesine guclu, oylesine belirleyici ki, onun fikriyatindan nasibini almamis herhangi bir Osmanli okumus-yazmisini bulmak cok guc. Genelde "vahdet-i vucut" ve "Pantheizm" gibi catchphraseler uzerinden cevaplanir Ibn Arabi soruldugunda, halbuki boyle yapinca arkasindaki muthis teolojik-kozmolojik-felsefi kuram gorunmez olur. Peki, vahdet-i vucud da, kimin vucud'u nasil bir vahdet (birlik), biz insanlarin payina ne dusuyor? Kuntu kenzen mahfiyyen fe-ahbabtuhu an urafe fe-halaktu'l-halk li-urafe. [Gizli bir hazineydim, bilinmekligi sevdim.Bilinmek icin yarattim.] Sahihligi su goturebilecek bir hadis-i serif; ama dogru-uydurma olmasinin onemi yok, muhim olan onun Ibn Arabi'nin kozmolojisini aciklayacak bir anahtar olmasi ve Seyhu'l-Ekber tarafindan da pek sevilmesi. Meali su ki, yegane hakiki varlik Tanri'dir ve varligi mundemictir, kendisine ickindir. Tum yaratilmislar - ki belirli bir sistem ve kronoliji esasisiyla - , O'nun varliginin tecellileri, golgeleridir. Insan ise, Tanri'nin tum sifatlarini icinde barindirabilmek bakimindan golgelerin en yucesidir. Tanri'nin katindan yer yuzune dogru inip insanla son bulan yaratim surecine, insanin Tanri/hakikat katina yukselmesi eslik eder. Gidilmesi gereken yol budur, temelinde yatansa hubdur, ilahi asktir, sevgidir. Zira, yaratimin bizatihi kendisi, bilinmekligin sevilmesiyle baslamistir.
Esasinda Mevlana'yi da Yunus Emre'yi de, hatta tum tasavvuf yolcularini da Ibn Arabi'nin kavramsal cercevesini cizdigi dusuncenin tasiyicilari olarak okumak mumkun gibi geliyor bana. Bu insanlarin her birinin yolunun bir sekilde Mogol baskini sirasi ve sonrasi Anadolu'sundan gecmis olmasi dikkate deger. Tabii orada baska meseleler de var da laf cok uzadi, sonraya ertelemek lazim. Bir ara bu Anadolu detayina da inmek, gunumuz Turk insani ve siyasetinin akli ve duygusal melekelerini yeniden kazanabilmesi icin bu tarihi sahsiyetlerin ne gibi yardimlari olabilir, ona da egilmek gerek, ama yine bir baska bahara atip mevzuya geri donelim.
Kitapta, tasavvuf siirinin dilinin daha anlasilir olmasinin tasavvufi aciklamalari vardi ki galiba en cok bu kisimdan keyif aldim. Ibn Arabi (Arapca)-Mevlana (Farsca)-Yunus Emre (Turkce) uclusu ve onlarin varyantlarindaki ortak "mana karsisinda siirsel form ve kafiyenin onemsizligi" temasi kelimelere inancimin azaldigi su gunlerde hepten inancsiz yapti. Buyurun, soyle birkac kuple Mevlana'dan:


Ey dil ile soylenen soz

Ben ne vakit senden kurtulacagim da

Marifet gunesinin nuru ile gercek Padisah’i bulacagim

Dilden de kitadan da siirimden de biktim artik!

***

Bugun seher vaktinden beri darmadaginiz, sarhosuz

Mademki darmadagin olmusuz, darmadagin sozler soyleyelim!

***

Ben kafiye dusunuyorum oysa sevgilim bana

Vechimden baska bir sey dusunme diyor

Diyor ki Ey benim kafiye dusunenim rahat ol

Benim yanimda en guzel kafiye sensin

Harf ne oluyor ki sen onu dusunesin

Nedir ki harf? Uzum baginin citten duvari

Harfi, sesi, sozu artik birbirine vurup parcalayayim da

Seninle bu ucu olmaksizin konusayim, ah!

Yalniz Kilic'in katilmadigim bir argumani da var. O da su ki, Osmanli siirini Ibn Arabi menseili Tasavvuf prizmasindan degerlendirmek mumkunse de, butun bir Osmanli siirini ve bu siirde kullanilan belli kaliplari, tasavvufi simge-sembol-remzler olarak telakki etmekte bir sakinca oldugunu dusunuyorum. Bazen ask fiziki bir ask, kasiyla gozuyle tasvir edilen sevgili hakiki bir adem, kadeh kadeh icilen sarap ve onu takip eden sarhosluk, dunyevi bir lezzet de olabilir. Zaten genel olarak Kilic'in diger yazilarina da yansayan, abartili bir puriten tasavvuf ahlakı kavrami var. Ona soracak olursaniz, basta Ibn Arabi olmak uzere, tum buyuk-kucuk mutasavviflar, Hak(ikat) yolunda benliklerinden siyrilma mucadelesi veren, siyaset-politika-iktidar iliskileri-ekonomik cikarlar gibi dunyevi zevklerin z'sine bulasmamis ruhani varliklar. Halbuki ne Bedreddin'ler ne Misri'ler var ki dunyevi guc mucadelelerinin ortasinda kilic kusaniyorlar!
Daha soyleyecek cok sey vardı elbette, ama Mahmud Erol Kilic mesaimiz burada bitmeyecek ne de olsa. Bakiyyeyi sonraki yazilarda temize cekeriz.