
Ilk izleyisimde kacirdigim bir baska onemli detay da varmis: Filmin basindaki muzip Kenan Evren ve Demet Akalin alintilari. Muzip muzip olmasina da ortada buyuk bir sikinti var, hem yalnizca Bornova Bornova ozelinde bir sikinti da degil bu. Bu filmi gosterimdeyken 20000 kisi izledi izledi; Dvd'si, internet yayimi, D-smarti vs hadi diyelim 100000 kisi olsun. Bu 100000 icinde, filmin bizatihi elestirisini yaptigi, dolayisiyla aynada suretini gormekten kah rahatsiz olacak kah gordugu suret sayesinde aydinlanacak kac kisi vardir? Tahminimce cok degil. Bu, "kendi calip kendi oynama" durumu artik ziyadesiyle dokunmaya basladi bana. Guclu ve anlamli mesajlar, bu mesajlardan haberdar olmasi gereken kitlelere ulasmaktansa, zaten bu mesajlarin coktan farkinda olan, onlari hayatinin icinde bir yerlere sokmus bulunan gorece az sayida insanin arasinda sakiz olup duruyor. Bir cozum bulamiyorum buna kendi icimde, aslinda sirf sunu soyluyor olmanin elitist tarafindan da tiksinmiyor degilim; ama bu "kendi icine kapanmislik" hissinden bunaliyorum.
Lakin, surasi da var tabii ki, bu filmi milyonlara bir sekilde izlettirmeyi basarsak, kaci farkina varip soyleyecek ki "bu anlatilan benim hikayem" diye? Buyuk olasilikla, Ozlem'in (muhtemelen yalnizca "kiz" denerek gecistirilecek) "orospu"lugundan, Fare'nin kiza a(l)danmisligindan, Salih'in raconundan, Murat'in tuhafligindan, onlar baska bir alemde yasiyorlarmiscasina, onlarla en ufak bir unsiyetleri yokmuscasina, disaridan bir dille bahsedilip gecilecek oylece. Oysaki guzel kardesim, bunlar senin (de) hikayelerin. Okul cikisi bilardo kafelerinde ergen sesli kiz muhabbetlerine sigarayi katik eden de sensin, bakkalin onunde iki bira esliginde gelene gecene racon kesen de sensin. Televizyonlarin sahte ihtisaminin altinda islak hulyalara dalan da sensin, onca okumaya ragmen dunyayi degistirmekten coktan vazgecmis olan da sensin.
Filmin uzerimdeki buyuk etkisi de sanirim buradan kaynaklaniyor. Bu film, belki yakin donem Turk sinemasinda sahit olmadigim kadar gercekci bir film. Misal, gercekci diye bilinen ama anlatilan kisilerin nerelerde yasadigini kendi sinirli aklim ve tecrubemle pek de cikaramadigim Zeki Demirkubuz karakterleri gibi degil. Ya da gorsellik ugruna siliklestirilmis hikayeler gibi degil. Bilakis, kameranin bir yerde sabitlenip "haydi karakterler, konusun bakayim" denilmis bir tiyatro mubarek. Ne var ki, vaazci da degil oyle. Iki kisi duvarin onunde oturtulmus da konusturuluyor ve sen bu yonetmen sesine tabii oluyorsun gibi degil de hemen yan taraftaki duvarda iki kisi oturup konusuyor ve sen de sokaktan gecip hallerinden tedirgin oluyorsun gibi.
Boylesi karakter odakli bir filmin oyunculuklari parlatmasi kacinilmazdi, yine de her birine ozel tesekkur etmek gerekiyor; bu sorumlulugun altindan basariyla kalktiklari icin. Gel gelelim, Oner Erkan'i, sirf tansiyonun son raddeye geldigi kisimdaki "hali" icin ayri bir yere koymak da mustehaktir.
Hasili, yaklasik bir uc bes sene, tanidigim, yeni tanisacagim Turklere (maalesef filmin tek handikabi bu ki cok Turkiyeli bir is olmus; Turkiye'yi tanimayan, bilmeyen bir izleyiciye vaad ettigi hemen hemen hicbir sey yok.) izlemesi icin rica/minnet/baski, ne gerekiyorsa yapacagimdan suphe olunmasin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder